23 Şubat 2009 Pazartesi

Wisla'da bir kış masalı






















Marcin, Toleg, Slimak, Milimetr, Voytek, Tomek, Marek, Darek, Pawel

20 Şubat 2009 Cuma akşamı Varşova'da kayaklarımızı eski bir minibüs'ün çektiği trailer'a yükledik. Minibüsün arkasındaki sandalyelerde ekip yerini aldı. Eski bir Uno'nun içinde de dört kişi. 2,5 saat sonra gece geç saatte Deblin'e vardık. İki gün sürecek turda, amacımız Wisla nehri boyunca Varşova'ya kadar 110 km boyunca, donmadan kürek çekmek...

Polonya'da nehir kayağı tam bir ata sporu, Daha önce katıldığım bir festival 39. kez gerçekleştiriliyordu. Böyle olunca, yaz ayları kısıtlı olan Polonya ikliminde kürek sporu kış aylarına da yayılıyor. Yine de 6. kez düzenlenen bu kış turu, limitleri zorlayan hava şartlarında yapılıyor. Beklediğimiz sıcaklıklar -2 ile -12 arasında. Ekip tam bir kış turu olması için kar yağışını bekledi. Geçtiğimiz hafta boyunca süren kar yağışı durdu ve nihayet Wisla kıyıları bembeyaz.

Wisla Avrupa'nın en büyük nehirlerinden biri. Polonya'nın güneyinde, Slovakya sınırındaki Tatra dağlarından doğuyor ve 1000 km üzerinde yol alarak kuzeyde Gdansk şehrinden Baltık denizine dökülüyor. Nehir oldukça geniş ve orta hızda akıyor. Nehrin hızı 3-8 km arasında. Kimi yerlerde oldukça geniş olan nehir adalar ve kum setleri ile dolu.



















Polonya'nın her şehrinde mutlaka en az bir kültür merkezi var. Deblin 10.000 nüfuslu küçük bir kasaba ve biz Cuma gecesini Deblin Kültür Merkezinin sanat galerisinin tahta zemininde geçireceğiz. Bir kayak derneğinin organizasyonu olduğu için devlet kurumları himayesini esirgemiyor. Polonya'da bu tür etkinlikler her zaman destekleniyor. 

Gece'yi geçireceğimiz odaya vardığımızda kamp malzemelerimizi çıkarıp yataklarımızı hazırlıyoruz. Çok kalın olduğu için bugüne kadar kullanamadığım uyku tulumumu deneyeceğim için mutluyum. Fakat herkes hazırlandığında benim uyku tulumum alay konusu oluyor. Kullandıkları tulumlar o kadar kalın ki. Bana yarın gece kamp kurduğumuzda bu tulumla uyuyamayacağımı söylüyorlar. Tulum tek konu değil, üzerinde uyuyacağım airmat'ın yetersiz olduğunu yansıtıcı özelliği olan gümüş örtülerden edinmem gerektiğini söylüyorlar. Bir daha ki sefere diyoruz. Bu noktada ilk kez ne yaptığımı bilmediğimi düşünüp korkuyorum. Gece 23.00'te ışıklar kapanıyor. Dışarısı -10 derece.

Sabah ilk iş kahvaltı. Menü bol şekerli çay ve domuz sosisi kelbasa. Ben sıcak müsli, power bar ve kahve hazırlıyorum. Yanımda kelbasa var ama çok yağlı olduğu için tercih etmiyorum. Yine gülüşmeler oluyor. Kayakları hazırlamak için dışarı çıktığımızda nehrin üzerindeki buz kütlelerini görüyorum ve öylece bakakalıyorum. Bugün havanın -2'ye kadar çıkacağından çok sıcak bir gün olacağından bahsediyorlar, içimdeki termal giysilerden birini çıkarıyorum. 



















Wisla üzerinde yoğun bir sis var, bu kadar soğukta malzemeleri yüklemek çok zor. Kayakların bagaj kapakları gece donmuş ve açıp kapatmak imkansız. Çadırlar, yemek, su, matlar, kuru giysiler su geçirmez çantalara doldurulup kayaklara yükleniyor. Hazırlık 1 saatimizi alıyor. 11 kişiyiz aramızda sadece 1 kadının olması üzücü. Kayak sporu genellikle Polonyalı erkeklere ait bir spor gibi gözükse de kadınların katılımı gün geçtikçe artıyor. Eski günlerde Polonyalı erkeklerin alkol tüketiminin hat safhaya çıktığı turlar düzenlediğini ve nehir kayağının alkolizm ile bağlantılı bir spor olduğunu anlatıyorlar. Bu havada bu kadar çok alkol tüketmek, hele kürek çekerken çok tehlikeli. Soğuk yüzünden zaten refleksler zayıflıyor, mümkün olduğunca ayık kalmak gerek. Termosun içindeki kahveye donmasın diye biraz ballı votka ekliyorum. Soğuktan yanmaması için yüzümüze parafin katkılı kremler sürüyoruz. O sırada kaldığımız merkezin yetkilisi fotoğraflarımızı çekerken, gençliğinde yaptığı turları anlatıyor, anlaşılıyor ki hadi desek o da gelecek. 2001 yılında çektiği fotoğrafları gösteriyor. Nehirdeki su seviyesi neredeyse 3 metre düşmüş. İnanamıyoruz. 















Sonunda kayaklar suya iniyor. Marcin tur ile ilgili direktifleri veriyor. Kürek çekeceğimiz süre, duracağımız yerler ve bitiş saati belli. Ekip 3 gruba ayrılıyor: Hızlı olan ve nehri tanıyan tecrübeli yaşlılar öne geçiyor, tüm acemiler ortada ve ekibin bilgili profesyonelleri en arkada. O kadar hazırlık sırasında çok hareket ettiğim için sıcak basıyor ve polar bereyi çıkartıyorum ancak maalesef buna izin yok, sıcaklık -9'larda ve herkes beresini takacak. Vücut ısısının en çok kayıp edildiği yer kafamız ve dakikalar içinde yüksek ısı ve enerji kaybı gerçekleşiyor. 

İlk mesafeler çok korkutucu. İnanılmaz bir sis var, göz gözü görmüyor. Önümdeki kayakçının yeleğini hayal meyal seçiyorum. Nehrin kıyıları gözükmediği için hızımız çok düşük, yön tespiti imkansız. Büyük bir disiplin içinde tek sıra olunuyor, herkesin önündekini takip etmesi ve liderlerin yol göstericiliği ile ilerliyoruz. Her yer buz kütleleri ile kaplı. Bu konuda çok acemiyim. 1-2 metre çapında ve yüzeyden sadece 5 cm yükseklikte yüzen buz parçaları yaklaşık 20-30 cm kalınlığında. Bu buz kütleleri akıntı ile beraber ilerliyorlar ve bizim hızımız onlardan yüksek olduğu için kaçınmak mümkün ancak her zaman slalom yapmak kolay olmuyor, çoğunlukla buzlara çarpıp kırarak ilerliyoruz.  Bu hızımızı inanılmaz derecede azaltıyor. Sanki buzlu milk shake'in içinde ilerliyoruz. Bazen küreği suya sokamıyorum, buz parçalarını kırarak veya onlardan destek alarak kürek çekiyorum. Her çarptığım buz parçası yönümü biraz değiştiriyor. Bu yüzden dümen ve skeg'i beraber kullanıyorum. Ancak sudaki bu fazlalıklar da bazen buzlara takılıyor. Bir ara siste yönümü kaybediyorum. Kimseyi göremiyorum. Yeleğimin cebinde çakı, düdük ve pusula var. Aklıma düdük geliyor ama erkekliğe yediremiyorum. Sakin kalmaya çalışıyorum.  Hareket halinde iken akıntının hızını fark etmemişim, birden karşımda nehrin kıyısı beliriyor. Su girdaplar yaparak sola doğru akıyor, anlıyorum ki sağdaki bir buruna denk gelmişim. Güçlükle sola dönüyorum akıntının etkisi ile ok gibi fırlıyorum. Biraz da panikle hızla kürek çekmeye başlıyorum. Hala görünürde kimse yok. Sonra durup dinliyorum. Kayakların ve küreklerin buzları kırarken çıkardığı sesleri duyuyorum. Sesleri takip ederek ekibi buluyorum. Nerdeydin derlerse, "geziniyordum manzara çok güzel" diyeceğim. 



















Sis içindeki seyahat bir süre sonra bitiyor. Yavaş yavaş sis dağılıyor ve artık kıyıları görebiliyoruz. Ağaçların üzerindeki kırağı bembeyaz bir dünya yaratmış. Sanki başka bir gezegendeyim. Hala güneş yok ama bitmeyen bir beyazlık gözümü alıyor. Sis'in dağılması ile tek sıra düzen bozuluyor ileri grup orta grup ve arkadakiler olarak üçe ayrılıyoruz. GPS'te okunan ortalama hızımız saatte 8 km. Akıntının hızı ise yaklaşık 4 km. Artık kaslarım sinyal veriyor. Bu sıcaklıkta kasların ısınması çok zor. Bu nedenle bir süre sonra kollarım ağırlaşıyor. Hızlanmak için dümeni ve skegi kaldırmak istiyorum. O da ne? Dümen donmuş. İndirmek için kullanacağım ip, ipin bağlantı elemanı ve dümeni hareket ettiren mekanizma cam gibi 2-3 cm buz kaplı. Küreklerin de buz kapladığını fark ediyorum. Suya giren kısım dışında kalan, elim ile blade arasındaki shaft kısmı 4-5 cm buz kaplı. Küreği kokpitin kenarına vurarak buzları kırıyorum. Dümen de suda kalsın hiç uğraşamıyorum. Ancak aklıma beni kayağa bağlayan esnek etek takılıyor. Eğer o da katılaşıp kayağa yapışmışsa ve suya düşersem, boğulmamak için kayaktan nasıl kurtulacağımı düşünüyorum. Sonradan öğrendiğime göre neopren etekler esnekliklerini bir dereceye kadar koruyorlarmış. Ancak yine de eteğin bağlantı noktasının ıslanıp buzlanmasını engellemek gerekirmiş. Ölüdeniz'de sea kayak yaparken bunları hiç aklıma getirmemiştim. 














Tam bittim derken öğle yemeği molası veriyoruz. Sadece yemek yiyebilecek kadar zaman var. Zaten terli olan vücutlar soğumadan suya dönmeliyiz. Kurt gibi acıkmışım, çok yağlı diye yemediğim sosisler imdadıma yetişiyor. Yağlı oldukları için bir tek onlar donmamışlar. Termostaki kahve buz gibi. Suya bakmıyorum bile. Alüminyum mataradaki su donunca matara genleşmiş ve şeklini kaybetmiş. Günün ikinci yarısında güneş açıyor. Manzara nefis. Sıcaklık -3 civarlarında, kimse görmeden beremi çıkartıyorum, spray jacket'in neopren yakasını da gevşetiyorum çok sıcak oldu. Saat 15:30'da hava soğumaya başlıyor ısı aniden düşüyor. Neyse ki 16:00'da karaya çıkıyoruz. 6 saat kürek çektik ve 55 km mesafe kat ettik. Tam yolun yarısında, tam da planlanan zamanda duruyoruz. Herşey planlara uygun, disiplin yüksek. Karaya çıkınca fotoğraf çekmeyi bırakıp acilen çadır kurmam ve kuru elbiseler giymem konusunda uyarı alıyorum. En çok dikkat edilen şey bu, terli kalmamak. Nem en korktuğumuz şey. Anında buza dönüşüyor ve vücut ısısını hızla düşürüyor. 














Malzemelerime güvenemediğim için kamp biraz korkutuyor çünkü güle oynaya -3 derecede kürek çekmek gibi kolay olmayacak. Gece sıcaklık -12'ye kadar düşecek ve biz çadırlarımızda uyuyor olacağız. Herkes son süratle çalışıyor ve kamp alanını kuruyoruz. Marcin bu kampta yeni bir malzeme deneyecek. İsteç'te "tipi" denilen çadırlar kullanılıyor. Bu çadırların içinde minyatür sobalar yakılarak içerisi ısıtılabiliyor. Soba, basitçe üç parça borudan oluşuyor. Üst üste monte edilen borulardan en alttaki biraz daha genişçe ve bunun içinde odun yakılıyor. Tipi ise bildiğimiz kızılderili çadırı. Bu kadar malzemeyi kayaklara nasıl sığdırdıklarına inanamıyorum. Tipi kurulunca herkes içeri girip kontrol ediyor içerisi +20 derece, inanılmaz. Ben de kar'ın üzerinde çadırımı kuruyorum. Neyse ki çadırın performansı iyi. Zemin su geçirmiyor. Isı izolasyonu için plastik mat, air mat, içime giydiğim aqua shell tulum, spray jacket, spray pants ve ne bulduysam onu kullanıyorum. Onların üzerinde de bizim kahraman tulum. Bakalım gece nasıl geçecek. 














Voytek 68 yaşında, geziye kamp alanında katılıyor. Usta bir kayakçı, sibiryadan, grönland'a kadar her yerde kürek çekmiş. Biz gelmeden o kamp alanına ulaşmış ve ateşi yakmış bile. Isınmak için yanına sokuluyorum, ingilizce bilmiyor ve kalabalıktan pek hoşlanmıyor. Neyse zaten ateşte ısıtmıyor. Getirdiğim minik gaz ocağında su kaynatıp bulgur yapıyorum, içine de kaşar ve kelbasa doğruyorum. Üstüne çikolata ve ballı votka. Mutluyum. Gece ateş başında sohbetin ardından 20:00 da noktalanıyor. Herkes çadırlara yollanıyor. Sudan çıktıktan sadece 4 saat sonra kamp kurulmuş, yemek yenmiş ve biz uykuya dalıyoruz. Çadırımı Marek ile paylaşıyorum. O diğerleri ile bir çadırda 3 kişi kalmak istemedi. Bari çadır biraz ısınır diye ben de seviniyorum. Uyumadan önce "Türk masajı" ister misin diye şaka yapıyorum. Marek horluyor. Uyumuş bile. Allah rahatlık versin... Gece 2-3 saatte bir uyanıyorum. Tulumun içinde 3 kat termal ve softshell giysi ile uyuyorum yine de tulum biraz olsun açılsa soğuktan uyanıyorum. Çadırın zemininden gelen soğuk yüzünden sürekli yön değiştirmek gerekiyor. Bir ara kafam dışarda kalmış, burnum felaket acıyor, dondu mu acaba diye korkuyorum.  Yanımda getirdiğim vücuda yapışan kimyasal ısıtıcılar aklıma geliyor ama çadırın dışında bırakmışım.



















Sabah saat 6 da uyanıyoruz. 10 saat uyumuşuz. Dışarı ilk çıkanlar termometredeki kayıtlara bakıyorlar. Sabah 5 ile 6 arasında  sıcaklık -15.8 dereceye düşmüş. Beklediğimiz en düşük sıcaklık -12 idi. Hemen çadırın iç yüzeyini kontrol ediyorum. Vücudumuzdan çıkan buhar üst katmana çıkamadan donmuş. Dışarı çıkıp da çadırların bembeyaz kırağı ile nasıl kaplandığını görünce çadırımın performansından memnun kalıyorum. Marek de aynı şeyi söylüyor. Sabah kahvaltısı yapacağım ama herşey donmuş. Çadırın bagaj bölümüne koyduğum yemekler bile donmuş. Ekmek kemiriyorum ama yeterli değil, birşeyler yemem lazım 55 km kürek çekeceğim. su ısıtmaya çalışıyorum ama gaz tüpünün basıncı çok düşük. Tüpü biraz ısınan suyun içine yerleştiriyorum. Isınan gazın basıncı artıyor ancak ısıtacak su yok hepsi donmuş. Kar eritiyorum ve  sıcak müsli yapıyorum. Çikolata ve biraz da kahve, hazırım. Alkol almak yasak. 




















Kayağı yüklemek gerçekten çok zor. Kayağın tüm kapakları yapışmış. Eldivenlerimi çıkarıp plastik parçaları elimle ısıtarak açıyorum. Plastikten yapılmış kuru çantalar o kadar sertleşiyor ki ağızlarını kıvırıp kapatamıyorum. Hızla toparlanıp suya iniyoruz. Sıcaklık hızla yükseliyor. Buz kütleleri ile daha az karşılaşıyoruz. Ancak nehrin bu kesimleri çok geniş ve derinliğin 5-10 cm'ye düştüğü kum adalar var. Nehrin üzerindeki renk ve akıntılardan bunları okuyup akıntı ile birlikte kenarlarından geçmek gerekiyor. bazen 300-400 mt'ye kadar genişleyen nehirde sürekli zikzaklar yaparak akıntıyı takip ediyoruz. Bir ara kestirmeden gitmeye kalkıyorum. Tüm ekipler yanımdan geçip gidiyor. Anlaşıldı akıntıdan çıkılmayacak. Bu gün kürek daha az donuyor. Ben de alışıyorum. Bir ara öndeki ekibe yetişip onlarla kürek çekiyorum. Bu çok kısa sürüyor hızlanıp gidiyorlar.  Ortada tek başıma kaldığım bir sırada kum adayı fark etmiyorum ve kayak kuma saplanıyor. Nehir etrafımdan akıp giderken kayağı yan çeviriyor, düşmemek için vücudumun ağırlığı ile kayağı bastırıyorum ama sonsuza kadar böyle kalamam kurtulmam lazım. Su sadece 10 cm derinliğinde kürek çekemiyorum. Paniğe kapılıp ellerimi kuma bastırıp kayağı kaldırmak istiyorum. O sırada Marcin yardıma yetişiyor. O kum alana gelmiyor, uzaktan komut veriyor ve küreği kuma saplayarak kayağı nasıl hareket ettireceğimi anlatıyor. Küreği kayağın arkasından kuma saplayıp iterek her seferinde 20-30 cm ilerliyorum. 10 dakikalık bir çabadan sonra kurtuluyorum.

Turun son kısmında geride kalıyorum. Marcin ve Tomek ile beraber turu tamamlıyoruz. Sonlarda arkadan esen şiddetli bir rüzgarla Varşova'ya ulaşıyoruz. Tüm kaslarım iflas etmiş, üşüyorum ve yorgunum. Karaya çıkmak çok keyifli. Kayakları ve malzemeleri arabalara yüklüyoruz. bu turu 150 km olarak tamamlarsam ekibin bir üyesi olabileceğimi söylüyorlar. Onların şartı bu. Artık bir de yeni ismim var: Toleg. Tolga, Lehçe'de çok kadınsı kaçıyor. Eh ben değişime açığım sorun yok. 

Eve geldiğimde, malzemeleri arabada bırakıyorum. Taşıyacak gücüm yok. Sıcak küvete giriyorum. 1 saat sonra çıkıp, kaş gevşetici iki hap alıyorum ve 12 saatlik derin bir uykuya dalıyorum...

TÜM RESİMLER:


3 yorum:

Serhat Bekdemir dedi ki...

bir çırpıda okudum, müthiş bir deneyim, sağ salim geldiğin için sevindim. Paylaştığın için de teşekkürler. hll.

Barista dedi ki...

Süper bir deneyim, çok iyi aktarmışsın...

Duygu dedi ki...

YAPTIN...
:)