20 Mart 2009 Cuma

Bundan böyle NOTES!













Google notes, Google notebook, Google Bookmarks vb. ögeleri kullanarak web gezintilerimin kaydını tutacağım. Blog üretmekten daha verimli ve anlamlı. Yandaki linkte "Google notes" notlarımı görebilirsiniz. Film yorumları devam. 

11 Mart 2009 Çarşamba

Türkiye'den haberler














Nihat Doğan, "AKP'ye oy vermeyen şerefsizdir." Demiş.
Deniz Baykal, "Hoşmerim yiyorum, şekerim yok." Demiş.
Recep Tayyip Erdoğan, TÜSİAD'a, "IMF ile anlaşmak için sana mı soracağım" Demiş.
Bir vatandaş, borçları olduğu için dama çıkmış. Borçlarını taksiktlendirmişler.

Bir de Cihangir'de bir "transseksüel cinayeti" işlenmiş...

"Kadın cinayeti", "Erkek Cinayeti" değil...

"İnsan Cinayeti" hiç değil... 

Bir adam, evine gelip, Pınar'ın boğazını kesmiş. Pınar böyle olacağını biliyormuş. Savcılığa tehdit edildiğini bildirmiş. Yani Pınar göz göre göre gitmiş. 

Türkiye'nin kanamalı hastalığı ayrımcılıktır. 

Kürtler, aleviler, esçinseller, travestiler, transseksüeller, lezbiyenler, biseksüeller, feminen erkekler, mini etekliler, başörtülüler, çingeneler, rockçılar, hiphopçılar, dinciler, dinsizler, enteller, recep ivedikler, köylüler, fakirler, zenginler, züppeler, cahiller, çıkın dışarı.

Maalesef geriye kalanımız yok. 

Toplumun ayrımcılık üzerinden yarattığı nefreti sosyologlar inceleyedursunlar. Asıl kritik olan bu nefretin sonuçlarından biri olan şiddet eylemlerinin kulak arkası edilmesi. Devletin vatandaşını korumaması. Eğer devlet taraflı ise ve bu nedenle adalet dağıtma aczine düşmüş ise, ortada devlet filan yoktur. Devletler "adalet" ilkesi olmadan var olamazlar.

İşte ayrımcılık bir kenara, ayrımcılığın devlete'de sirayet etmesi çok önemlidir. Bu sıra "BİZ"e de gelecek demektir. 

Sıramızı bekleyelim...

5 Mart 2009 Perşembe

WEB 4.0


Şimdi bunu seyretmek zorunda olduğunuzu açıklamak için ne yapmak gerek bilemiyorum ki...

HYPERREALISM













Taner Ceylan hiperrealist akımda Türk'ün şanlı bayrağını şerefle dalgalandıran, tadından yenmez bir sanatçı. Bu işlere bakmak zorundasınız. Yukarıda gördüğünüz bir resimdir!

ÇOCUMUZ OLDU AMA KARIMIN HABERİ YOK!












Volkswagen web sitesinde anne babanın resimlerinden olası bebeğinizin nasıl görüneceğini tahmin eden bir uygulama var. Uygulamayı kullanıp bebeği sipariş ettim 9 sn'de hazırladılar. Çocuk sesler çıkarıp gözleriyle mouse ikonunu bile takip ediyor. Maaşallah demeden duramadım. 















Ancak durmadım. Bebek yetmedi. Büyütmek okula göndermek istedim. Başka bir siteye resmini yükleyip. Bu sefer bebeği yaşlandırdım. Bakınız sonuç budur. Allahıma binlerce şükürler olsun sonunu bilmediğim bir işe kalkışmıyorum artık. 


SOUNDS OF THE UNIVERSE
















 

Depeche Mode albümünün şarkı listesi belli olmuş. Hole to feed'i merak ettim şimdi. Çok tahrik edici duruyor. 

Birisi konser DVD'sinden yukarıdaki sahneyi başa alıp alıp izlettirirdi. Al sana pause edilmiş hali. Tam da salona posterlik. 

"In Chains"
"Hole To Feed"
"Wrong"
"Fragile Tension"
"Little Soul"
"In Sympathy"
"Peace"
"Come Back"
"Spacewalker"
"Perfect"
"Miles Away/The Truth Is"
"Jezebel"
"Corrupt"

4 Mart 2009 Çarşamba

EL ÁNGEL EXTERMINADOR














Luis Buñuel
1962
*****

Bunuel hakkında söylenecek çok söz var diye bir türlü birşey yazmaya cesaret edemiyordum. Fakat artık yeter, bu yüzden en sevdiğim filmleri yazamıyorum. Bir yerden başladım artık gerisi gelir her halde. 

Sürrealist sinemanın babası dedikleri bu insan bir İspanyol. İlk izlediğim filmi 1974 yapımı "Phantom of Liberty" idi ve hiç tanımadığım bir tadı vardı filmin. Filmi izledikten sonra bir süre ne seyrettiğime inanamadım. Bu kadar aykırı bir filmin ben doğmadan önce çekilmiş olmasının yanında, o zamana kadar haberdar olmamam da çok şaşırtmıştı beni. Kendi kendime, "bu dünyanın en güzel filmi olmalı, neden kimse bilmiyor?" demiştim. Neyse sonradan anlaşıldı ki tek bilmeyen benmişim. 

Neden bilinmez Bunuel deyince ilk aklıma gelen hristiyanlığa yaptığı ateist göndermeler oluyor. Sinemacı ve yazar olarak inanılmaz işler başarmış, işinin her alanında son derece titiz ama beni kıs kıs güldüren işleri hep filmlerin içindeki ateist doku oldu. Bunuel filmleri, toplumun en temel yapısal ögelerini filmin içine koyduktan sonra birbirleriyle konuşturuyor diyebiliriz. Filmleri çok farklı konularda olsa da, her filminde polis, asker, din adamı, burjuva, uşak, vb temel sosyolojik roller bulunuyor. Her filmde bir sosyolojik olgu başrole geçip diğerleri ile konuşuyor.

Sürrealizm kısmına gelirsek, aslında Salvador Dali ile sıkı arkadaş olan ve ikisinin rüyalarını anlatan bir film de çekmiş olan Bunuel'in sürrealizm'i keşfettiği filan yok. Bence yaptığı şey, sürrealist bir anlatım tekniğini, müstehzi (carcastic demek. valla bu kadar türkçesini bulabildim idare edin.) bir dil ile birlikte kullanması ve anlattığı şeylerin gayet realistik konular olması. Woody Allen'da da aynı tarz vardır. Alay ettiği konular insanlık tarihinin en çok sorduğu sorulardır ve dünyanın her yerinde geçerli konulardır. Oysa filmin içinde öyle basitleştirilir ki izleyici kendi yarası olsa bile ekranda görünce gocunmaz güle oynaya izler, anlamadan yer yutar mevzuları. Örneğin, "Vicky Christina Barcelona" Türkiye'de vizyona girdi ancak filmin ardından maço erkekler topa, tüfeğe sarılıp "Gavatlara ölüüüm" diye haykırarak sokaklarda yürümediler. Çünkü zehir yavaş yavaş verilmişti bünyeye. Bunuel de aynı tekniği kullanıyor. Hatta gerektiğinde sürrealizmi kalkan olarak bile kullanıyor. Ancak filmi okuyanlar, "bu adam, çatır çatır dine sövüyor" diyebiliyorlar. Bunuel'in film çektiği dönemlerin toplumsal iklimini ve Franko faşizminin İspanya'yı nasıl etkilediğini düşünürsek, yönetmenimizin "çaktırmadan" tarz geliştirmesini doğal sonuç olarak görebiliriz. Pek de güzel olmuş. Sonunda ortaya çıkan filmler dünyayı değiştirme gücüne sahip olmuş, çaktırmadan.

The Exterminating Angel, üst sınıfın istemediği bir kapana kısılmasını anlatıyor. Bir grup şatafatlı zengin, bir opera gecesinin ardından arkadaşlarının evinde bir yemek davetinde buluşurlar. Yemekler yenir sofra toplanır, ancak kimse gitmez. Söz birliği etmişçesine misafirlerimiz o gece orada kalırlar. Nedense canları gitmek istemez. Sabah herşey anlaşılır. Odadan dışarı çıkmaları mümkün olmamaktadır. Nedeni ise yoktur. Ne kapı kapalıdır ne de başka bir engel vardır ama çıkılamamaktadır. Bunuel filmde, kendi değerleri, anlayışları içine kapanmış üst kesimi klosrofobi testine sokuyor. Sürreal bir kapan gerçek hayat sahnesine konulduğunda çok acayip duruyor. Oysa filmin konusu karakterler, zaten kafaları içerisinde kendilerini birçok kapana gönüllü olarak hapsetmişlerdir. Toplum tarafından çizilen alanlara gönüllü olarak giren bu insanlar bu sefer, sınırlarını hangi gücün çizdiği bilinmeyen bir odada kalırlar ve bu kez gönüllü olmazlar. İşte sınırların değil "sınırları çizen gücün" önemli olduğunun vurgulandığı film bir taraftan da konformizm'i sorguluyor.  

Bunuel bu harika hikayeyi, özel efektler, ses kullanımı ve sinematografik uyum ile birleştiriyor. Oyuncuların hepsi çok iyiler. Bu film Bunuel filmleri arasında en sevdiğim değil ama ilk 5 içerisinde. 

Aman, sinema kapanına kapılmadan, özgür seyirler...
 

HOW MANY LETTERS DOES IT TAKE TO BE POLISH?




















Well... It takes a lot. I took the picture in a hotel room toilet in Warsaw. 

KRİZ


Kriz lafını duyunca tüyleriniz diken diken oluyor, kalp atışlarınız hızlanıyor, dişlerinizi sıkmaya başlıyorsunuz, içiniz karamsarlıkla doluyor ve hiçbir şey yapmak istemiyorsunuz. Yok değil ise sizi teğet geçmiş. 

Bu kriz nereden ve neden çıktı bilmiyorsanız, sormaya da utanıyorsanız, bu videoda gayet güzel açıklanıyor.

PIERRE WOODMAN

Pierre Woodman, Fransız pornocudur. Merak edenler buradan tüm bilgileri alabilirler, uzun uzun anlatamayacağım. Tarzını neden sevdiğimi de anlatamayacağım çünkü utanıyorum. 

Özetle, adam anal konularda uzman ve "casting coach" isimli, daha sonra hustler tv'nin prorodüksiyonunu yaptığı film serilerinin mucididir. 1990'larda eski doğu bloku ülkelerine giderek, taptaze kızları "woodman style" diye efsanevi bir de ismi olan ikna tekniği ile kandırıyor ve kendisi ile bir porno film denemesi çekmeye razı ediyor. Binlerce çekim yapmış. Binlerce. Dile kolay. 

Özellikle şu video'nun sonundaki orgazm sahnesi çok doğal. Link Türkiye'den çalışır mı bilmem ama bildiğim şu ki internete sansür son derece beyinsizliktir.

ÇEKSENE ELİNİ - PIN UP COVER

Ayşe Hatun Önal'ın efsane şarkısı Pin Up tarafından coverlanmış. Pin Up çok başarılı bir Türk Kadın Rock Grubu. Bir grubun alabaliceği en zor sıfatlar alınmış omuzlara. Türk, Rock ve Kadın hem de hepsi birlikte. E ne güzel.